Türkiye ve İKGV
ÖYKÜMÜZ
Türkiye'de ellili yılların sonundan itibaren sanayileşme ve pazar ekonomisinin gelişmesi sonucunda kırsaldan kentsel alanlara başlayan göç ve nüfus artışı, Türkiye'de yaşanan kalkınma sürecini irdeleyen aydınları bugün olduğu gibi yarım asır önce de bir yönden yüreklendirirken, aynı ölçüde ve hatta belki de daha fazla kaygılanmalarına neden olmuştur.
1988 yılında İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı'nı kurmak için bir araya gelen, nüfus konusunda uzman akademisyenin yanı sıra kalkınmanın bir anlamda mutfağında çalışan iş insanı ve yöneticinin ortak kaygısı, Türkiye'de nüfus artışının ve kalkınmanın düzensiz ve kuralsız bir biçimde gerçekleşmekte olmasıydı. Türkiye hızla kentleşmiş, kentler birer sanayi merkezine dönüşmüş ve kentlerin etrafında "gecekondu"rulan yerleşim yerleri kentin baskın toplumsal yapısını oluşturmaya çoktan başlamıştı. Kente göç eden nüfusun kırsal yaşam tarzlarının izleri, hala Türkiye'de toplumsal yapının önemli belirleyicilerinden biri olma özelliğini koruyor olsa da, kent yaşamı ve sanayi toplumunun gereksinimleri yeni kentli nüfusun yapısını ve özelliklerini değiştirmiş ve yeni gereksinimlerin gündeme gelmesine yol açmıştır. Bu gereksinimlerin modern devletin yükümlülüklerine uygun biçimde karşılanmaması ile paralel olarak Türkiye, temel insan haklarından yararlanma ve hizmetlere ulaşım bakımından sağlıksız ve eşitsiz bir biçimde kalkınmakta olan bir ülke olma özelliğini her zaman korumuştur.
Öncelikle kentleşen nüfusun doğurganlık tercihleri değişmiş; çocuk sayısının ekonomik değerinin azalması, kadınların çalışma yaşamına katılmaya başlaması ve benzeri nedenlerle daha çok aile daha az sayıda çocuk sahibi olmak istemeye başlamışlardır. Ancak üreme ile ilgili sağlık hizmetleri ülkemizde bugün olduğu gibi geçmişte de talebin her zaman gerisinde kalmıştır. Kentlere göç eden nüfusun yüksek orandaki doğurganlığı nedeniyle genç nüfus hızla artmış, kırsal alanda işlev gören geleneksel cinsel eğitim yöntemleri kentsel alanda etkinliklerini yitirmiştir. Gençler arkadaşlarından duydukları veya medya aracılığıyla edindikleri yanlış cinsel bilgiler sonucu riskli cinsel davranışlarda bulunabilmektedir. Bu gençlere cinsel yaşamlarını sağlıklı bir biçimde düzenleyebilecekleri bilgiler okullarda çok uygun koşullarda verilebilecek olmasına karşın hala bu konuda eğitim sisteminde köklü dönüşüm sağlanamamıştır. Türkiye'de modernleşme dalgaları bir yönden kadın-erkek eşitliği konusunu gündeme taşırken, geleneksel toplumsal cinsiyet rollerinin koruyuculuğundan yoksun kalan kadınlar modern yaşamın eşitsiz koşullarında erkeklerle mücadele etmek zorunda kalmaktadır. Toplumsal alanın hemen her alanında saptanması mümkün olan cinsiyet eşitsizliğini ortadan kaldırabilecek programlar ülkemizde henüz yaygın biçimde uygulanmamaktadır.
Şiddet her alanda ve özellikle kadınlara yönelik olarak yaygın biçimde uygulanmaktadır. Şiddetten marjinal gruplar da payını almakta, örneğin seks işçiliği yapan trans kadınlara yönelik saldırılar artmaktadır. Şiddet kültürü o kadar yaygın ve etkilidir ki gerçekleştirilen yasal düzenlemelerin olumlu sonuçları gözlerden kaçabilmekte, konu siyasi alanda tartışma konusu haline gelebilmektedir.
Türkiye'de sanayileşme ve kalkınma o kadar kuralsız ve sağlıksız gerçekleşmektedir ki, uluslararası sözleşmeler ve yasalar ihlal edilerek sağlıksız koşullarda, güvencesiz olarak insanlar çalıştırılmakta hatta bu çalışanlardan hiç de göz ardı edilmeyecek bir bölümünü çocuklar oluşturmaktadır.
Küreselleşme, ülkelerin ekonomik gelişmelerinin arasındaki farkın giderek büyümesi, iletişimin kolaylaşması gibi gelişmeler tüm dünyada sınır ötesi göç hareketlerini de arttırmıştır. Altmışlı yıllarda Türkiye göç veren bir ülke iken özellikle 1990'lı yıllarla birlikte Türkiye'ye yönelik göç akınları başlamıştır. Bu göçmenler arasında, kendi ülkelerinin olumsuz yaşam koşullarından kaçan sığınmacılar olduğu gibi, para kazanıp ülkelerine geri dönmek isteyen göçmen işçiler veya ülkelerindeki huzursuzluklar bitene kadar bir barınak arayan geçici konuklar da vardır.
Türkiye'de zor yaşam koşulları altında ayakta kalmaya gayret eden sığınmacılar ve mülteciler yanı sıra, yasadışı olarak çalışan göçmen işçilerin, acımasızca insan hakları ihlalinin en ağır biçimine uğrayan insan ticareti mağdurları ve özellikle kadınlar desteğe ihtiyaç duyan grupları oluşturmakta iken Türkiye'nin yasaları, yerleşik uygulamaları ve yetersiz kaynakları çoğu zaman bu insanların ihtiyaçlarını karşılamaya yeterli olamamaktadır.
Türkiye tüm bu değişimleri yaşarken, İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı, otuz beş yıldan uzun bir süredir, geliştirdiği programlar ve uyguladığı projelerle bu süreçte ortaya çıkan gereksinimlerin karşılanmasına destek vermeye gayret etmekte, savunmasız grupların yanında olmaya çalışmaktadır.