TÜRKİYE VE İKGV

Türkiye'de sanayileşme ve pazar ekonomisinin gelişmesi sonucunda kırsaldan kentsel alanlara başlayan göç ve nüfus artışı, Türkiye'de yaşanan kalkınma sürecini irdeleyen aydınları bugün olduğu gibi yirmi yıl önce de bir yönden yüreklendirirken, aynı ölçüde ve hatta belki de daha fazla kaygılanmalarına neden olmuştur.

Yirmi dört yıl önce İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı'nı kurmak için bir araya gelen, nüfus konusunda uzman akademisyen ve kalkınmanın bir anlamda mutfağında çalışan işadamı ve yöneticinin de ortak kaygısı, Türkiye'de nüfus artışının ve kalkınmanın düzensiz ve kuralsız bir biçimde gerçekleşmekte olmasıydı. Türkiye hızla kentleşmiş, kentler birer sanayi merkezine dönüşmüş ve kentlerin etrafında "gecekondu"rulan yerleşim yerleri kentin baskın toplumsal yapısını oluşturmaya çoktan başlamıştı. Kente göç eden nüfusun kırsal yaşam tarzlarının izleri, hala Türkiye'de toplumsal yapının en önemli belirleyicilerinden biri olma özelliğini koruyor olsa da kent yaşamı ve sanayi toplumunun gereksinimleri yeni kentli nüfusun yapısını ve özelliklerini değiştirmiş ve yeni gereksinimlerin gündeme gelmesine yol açmıştır. Bu gereksinimlerin modern devletin yükümlülüklerine uygun biçimde karşılanmaması ile paralel olarak Türkiye temel insan haklarından yararlanma ve hizmetlere ulaşım bakımından sağlıksız ve eşitsiz bir biçimde kalkınmakta olan bir ülke olma özelliğini her zaman korumuştur.

Öncelikle kentleşen nüfusun doğurganlık tercihleri değişmiş; çocuk sayısının ekonomik değerinin azalması, kadınların çalışma yaşamına katılmaya başlaması ve benzeri nedenlerle daha çok aile daha az çocuk sahibi olmak istemeye başlamışlardır. Ancak üreme ile ilgili sağlık hizmetleri ülkemizde bugün olduğu gibi geçmişte de talebin her zaman gerisinde kalmıştır. Göç ve hala oldukça yüksek bir orandaki doğumlar nedeniyle kentlerde genç nüfus hızla artmış, kırsal alanda işlev gören geleneksel cinsel eğitim yöntemleri kentsel alanda etkinliklerini yitirmiştir. Gençler arkadaşlarından duydukları veya medya aracılığıyla edindikleri yanlış cinsel bilgiler sonucu riskli cinsel davranışlarda bulunmaktadırlar. Bu gençlere cinsel yaşamlarını sağlıklı bir biçimde düzenleyebilecekleri bilgiler okullarda çok uygun koşullarda verilebilecek olmasına karşın hala bu konuda eğitim sisteminde köklü dönüşüm sağlanamamıştır. Türkiye'de modernleşme dalgaları bir yönden kadın-erkek eşitliği konusunu gündeme taşırken, geleneksel toplumsal cinsiyet rollerinin koruyuculuğundan yoksun kalan kadınlar modern yaşamın eşitsiz koşullarında erkeklerle mücadele etmek zorunda kalmaktadır. Toplumsal alanın hemen her alanında saptanması mümkün olan cinsiyet eşitsizliğini ortadan kaldırabilecek programlar ülkemizde henüz yaygın biçimde uygulanmamaktadır.

Şiddet her alanda ve özellikle kadınlara yönelik olarak yaygın biçimde uygulanmaktadır. Şiddetten marjinal gruplar da payını almakta, örneğin seks işçiliği yapan trans kadınlara yönelik saldırılar artmaktadır. Şiddet kültürü o kadar yaygın ve etkilidir ki son yıllarda gerçekleştirilen yasal düzenlemelerin olumlu sonuçları gözlerden kaçabilmektedir.

Türkiye'de sanayileşme ve kalkınma o kadar kuralsız ve sağlıksız gerçekleşmektedir ki, uluslararası sözleşmeler ve yasalar ihlal edilerek sağlıksız koşullarda, güvencesiz olarak insanlar çalıştırılmakta hatta bu çalışanlardan hiç de göz ardı edilmeyecek bir bölümünü çocuklar oluşturmaktadır.

Küreselleşme, ülkelerin ekonomik gelişmelerinin arasındaki farkın giderek büyümesi, iletişimin kolaylaşması gibi gelişmeler tüm dünyada göç hareketlerini de arttırmıştır. Bundan 50 yıl önce Türkiye göç veren bir ülke iken özellikle 1990'lı yıllarla birlikte Türkiye'ye yönelik göç akınları başlamıştır. Bu göçmenler arasında, kendi ülkelerinin olumsuz yaşam koşullarından kaçan sığınmacılar olduğu gibi, para kazanıp ülkelerine geri dönmek isteyen göçmen işçiler veya ülkelerinde ki huzursuzluklar bitene kadar bir barınak arayan geçici konuklar da vardır.

Yerleştirilecekleri üçüncü ülkeye gidene kadar Türkiye'de zor yaşam koşulları altında ayakta kalan sığınmacılar ve yasadışı olarak çalışan göçmen işçilerin yanı sıra, insan ticareti gibi acımasız insan hakları ihlallerine uğrayan yabancılar ve özellikle kadınlar desteğe ihtiyaç duyan grupları oluşturmakta iken Türkiye'nin yasaları, yerleşik uygulamaları ve yetersiz kaynakları çoğu zaman bu insanların ihtiyaçlarını karşılamaya yeterli olamamaktadır.

Türkiye tüm bu değişimleri yaşarken, İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı, yirmi yıldan uzun bir süredir, geliştirdiği programlar ve uyguladığı projelerle bu süreçte ortaya çıkan gereksinimlerin karşılanmasına destek vermek için çalışmaktadır.